31 MART..
Aklımda kaldığı kadarıyla tarihte Mart ayında siyaseten yaşanmış iki büyük hadise vuku bulmuştur. Birincisi Osmanlı’da Mart ayı içerisinde meydana gelen ve o günkü düzende Padişah IV. Mehmet’in, meşhur Kösem Sultan ve avanesini yönetimden uzaklaştırmasıyla sonuçlanan, 8 Mart 1656 tarihinde halkın saraydaki düzene karşı başkaldırdığı Vaka-i Vakvakiye hadisesidir.
Yine Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan ve tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen, II. Abdülhamid’in yönetimden alaşağı edilip, yerine V. Mehmet’in getirildigi ayaklanmalardır..
2024’ün 31 Mart’ı ise Türk siyasi hayatında daima hatırlanacak bir gündür.
AKP iktidarının Türkiye’de yerelde iktidarı kaybettiği gün olmakla birlikte, bilhassa Beykoz gibi, kaleleri olarak gördükleri, kaybedeceklerini asla düşünemeyecekleri ve kabul edemeyecekleri yerleri halkın seçimi sonucunda Cumhuriyet Halk Partisi’ne teslim etmişlerdir.
2044’ün 31 Mart gecesi AKP için asla aydınlanmayacak bir gece, 20 yıllık iktidarları döneminde, AKP’li olmamalarından dolayı ötelenen, ayrıştırılaran, bir nevi ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören ve hatta terörist olarak ilan edilenlerin zafer gecesi olarak tarihe geçmiştir.
Bu tarihi yazanlar; kendi bölgelerinde ve bilhassa yıkılamaz denilen kaleleri uzun yıllar sonra Akp iktidarından alanlar olarak tarihe kahraman olarak geçeceklerdir.
Kim ne derse desin, o günkü şartlarda Beykoz’a bu başarıyı getiren ve yıkılamaz denilen kaleyi yıkan ekibin ve çalışmanın komutanı Alaattin Köseler’dir.
Bu realiteyi herkes kabul etmelidir.
Şu konu unutulmamalıdır ki, nasıl Beykoz’a navigasyonla gelen Murat Aydın’a küskün olan ve seçim zamanı sahaya inmeyen AKP’liler olduğu gibi, geçmişte bilhassa MHP’ye gittiğinden dolayı Köseler’in bizzat şahsına kızgın olan ve sahaya çıkmayan CHP küskünleri de vardı. Her iki aday da bu olumsuz şartlarda seçime girdi ve fakat navigasyonla gelen ithal başkan seçimde büyük bir yenilgi alarak muhtemelen bisikletiyle Zeyzinburnu’na tam yol geri döndü.
Günümüzde yaşananlara baktığımızda, öyle bir süreçten geçiyoruz ki, insan ister istemez bazı konuları şapkasını önüne alıp düşünmeden edemiyor
Bundan dört bin küsur sene öncesinde yani atalarımızın don yerine incir yaprağı ile dolaştığı zamanlarda Hammurabi diye biri çıkmış, hak hukuk adalet demiş ve o günkü şartlarda da bir nevi anayasayı hem de civiyle taşın üzerine yazmış.
Donsuz Hammurabi bile hazırladığı yasanın bir maddesinde şunu belirtmiş.
“Kim ki birisini bir konuyla alakalı suçlar ve bunu altı ay içersinde en az iki kişi ile ispat edemezse, idamla cezalandırılır”.
Yine donsuz Hammurabi’nin yazdığı anayasanın bir maddesi şöyle der:
“Bir kimse birisine karşılığını alarak bir ev yaparsa ve bu ev sağlam yapılmayarak yıkılırsa evi yapanın cezası ölümdür”.
Donsuz dedemiz Hammurabi acaba bugünkü zamanda yaşasa ve gizli tanıklarla, belgeye dayanmayan, uydurma iddialarla isnat edilen suçlamalarla Silivri’ye gönderilen yöneticileri görseydi; hak, hukuk ve adaleti, çiviyi bir kenara koyup hiltiyle yazardı herhalde dağlara taşlara…
Şunu belirtmeden de kalemi elimden bırakmak istemiyorum.
Her kim ki, Beykozlunun bir kuruşunu dahi zimmetine geçirdiyse, kim bu garip gurebanın hakkını yediyse, bunun bedelini en ağır bir şekilde ödesin.
Ama sadece iddialara dayanarak, bir kez bile hakim karşısına çıkmadan, kendini savunamadan birileri tarafından yargılanıp cezalandırılmak da insafsızlıktır…
Dedemiz donsuz Hamburabi elinde çivisiyle bizi izliyor olabilir. Dileğim elindeki çiviyi bu sefer balyozla hak edene batırsın…
Değerli Beykoz’un çocukları, Beykoz Belediyesi’nde 2019 – 2004 yılları arasında meclis üyesi olarak görev yapmış Cemal Sataloğlu’nun kitapçık haline getirerek herkesle paylaştığı; usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığını iddia ettiği hizmet ve ihaleleri belgeleriyle ve tarih tarih sizlerle paylaşacağım.